Akıbet

Hayli zamandır uykuda ruhum. Nefesim yaşatıyor ruhumu ama
nefes olmuyor yarınlarıma. Günlerin kırgınlığı vardı üzerimde. Sonbaharın
solgun yapraklarını, yorgun gönlümde ağırladım. Kendinden uzak kalınca insan, sözlerinin
kıymetini daha iyi anlarmış, anladım.
Sonsuz hikmet sahibi olan Allah, rahmetini muhabbetle
tecelli ettirir. Öyleyse bu rahmetin muhatabı kalptir. Kalbin duruşu, sırtını
vicdana yaslamasıyla kabildir. Vaktin her anına müdahil olan bu kudretin,
anların ardınca hikmetini tefekkür etmek gerekir. Çünkü imtihan, yalnızca kuru
yıl yangını değildir. Aşk’ın harını üfleyen bir nefestir.
İnsan, deryada damla adedince su ile donanmıştır. Buna
mukabil, sırlarla dolu bir muammadır. Ancak kendini okumak isteyen kimse bu
muammayı keşfeder. Kendini okumak ise Oku’nun hikmetince mümkündür.
Denize akseden yalnızca suretindir. Denizin derinindeki
pisliği sana göstermez. Yalnız güzelliğini sunar sana ve akseden güzelliğinle,
seni sana anlatır. Teslimiyetindeki berraklık bulanıklaşırsa, o vakit denizde
bulanıklaşır. Gülistana özlem çekmeyen gül ile vuslata eremez. Çünkü özlem
ister Aşk. Kavuşmaya diyet ister. Kalbindeki kiri ancak gözyaşı temizler.
Nefsin kâmil olmak üzere kemale gittiği yolda muhabbet ile
terbiye edilmesi gerekir. Buna mukabil hasta kalbin devası da sabırdır. Bu
tedavinin bir süreci olacaktır. Bu manevi hastalık, ızdıraplar arasında en
şiddetli olanıdır. Çünkü bedeni rahatsızlıklardan ölümle kurtulmak mümkündür.
Mamafih, bu hastalık; ölümü de öldürüp, yaşamaya devam eder.
Hakikatin manasına ermek isteyen kimse, kalbine doğru bir
yolculuğa çıkar. Bu özünü arayış girişimi, aynı zamanda dünyadan sıyrılış
eylemidir. Dünyanın aldatıcılığını, dil ve fikir ile sürekli ikrar eden insan,
bu sayede dünyanın aldatıcılığını kalbi ile tasdik eder. Böylece dünyadan soğur
ve dünyevi hevesleri kırılır. Hayal diye peşine düştükleri fuzuli gelir. İşte
bu uzaklaşma ile hakikatte kendine döner. Kendini bulmak üzere cehdeder. Çünkü
her şey Zat-ı Hak’tan gelir ve muhakkak yine O’na döner. İnsanın kendi
hakikatine ulaşma cihadı, Aşığı Hakk’a götüren bir vasıtadır.
Kendine dönen tasavvuf yolcusu, nefsi terbiye yoluna girerek
ruhunu yüceltir. Her an da her can da Hakk’ı görerek hikmet perdelerini aralar.
Sonrasında o pencereden içeri, ruhuna hakikat sızar. İnsan kendini buldukça,
Hakk’a daha da yaklaşır. Çünkü Aşk, aşığını ancak hakikat iklimine taşır.
İnsan, özü itibariyle Hakk’ın bir tecellisi olduğunu idrak
ettiğinde her şeyin ilahi bir sır olduğunu bilir. Bu sırrın aşkıyla arayışa
çıkar. Arayıştaki bu yol, varlıktan yokluğa, yokluktan ise Hakk’a giden
vuslatın yoludur. Peki bu yol son mudur? Değildir elbet. Nihayeti olmayan Aşk’ın
sırları da sunduğu güzellikleri de bitmez. İnsan Aşk üzere attığı her adımda
kendini yeniden bulur. Her adımda bir perde daha kalkar ve hakikat sırrı
kendini bir nebze daha aşikâr eder.
Bu yolda yürüyen aşık, kendi benliğinden geçerek kendini
bulur. Yok olmayı öğrenir. Gönlünü, saf eyler. Hakk’ın nuruyla parlar aşık. Kendine
dönen aşık, yalnızca kendi varlığını değil, her şeyde Hakk’ın varlığını kalben
tasdik etmiştir. Sır perdeleri, aşığa bu hakikatleri kanıtlamıştır. İşte bu
idrak, insanı Hakk’a bağlayan en güçlü hakikattir. Aşık ile Hak arasında aşktan
bir köprü kurulmuştur. Ol dem, kul yanmıştır. Öylesine güzel bir güldür ki,
dikeniyle dahi bu davaya hizmet eder.
Ramazan Musluoglu
İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.