Ubeyde

ubeyde-wsıkae.jpg

Ehli olmayana, güzelliği göstermek zulümdür. Güzellik, yalnız ehline gösterilir. Ehline sunulmayan her nesne, zulme uğramıştır. Akan zamanın geri gelmeyeceğini bilmek, kıymet bilmeye delil değildir. Güz, çiçeğin kıymetini bilmez; savurur gider. Öyleyse asıl soru şudur: Kurban edilen yarınlar, sahibine ulaştı mı?

1967'de işgal edilen Filistin Topraklarının, bugün bir başka şeridi bombalanıyor. Kelebeğin ömrünce sabiler, Siyonizm’in gönlünce harekâtlarda uçuşurken; geçmişin kiniyle beslenen sıska bedenler, bugünün mücadelesini veren onurlu mücahitlere dönüştüler. Bu mücadele, "Kendi Yarana Tuz Basma" felsefesiyle sürdürülen, en gelişmiş teknolojilerle gerçekleştirilen hava saldırılarına karşı rüzgârın asıl sahibini bilerek gülümsemektir. Korkuyu, korkak kimselerin üzerine atarlar. Oysa korku, cesurlar içindir. Zira Allah korkusu olan kimselerin sinesinde başka korku tecelli etmez.

Dünya tefecilerinin karşısında sadece bir Kabadayı'nın durması, bu davadaki yalnızlığı sebebiyle onun namını daha çok yüceltecektir. Tanzimat Fermanı'yla yitirdiğimiz -Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamid’in mücadelesine rağmen-  Serverlik, bu çarkın son dişlilerinin de yerine oturması için gerekli zamanı ziyadesiyle tayin etmiş ve epeyce bu çarkın dönmesini sağlamıştır. Gelinen noktada, Hira Dağı'nın Çocukları tarafından tek gerçekleştirilen, çark dişlilerinin yağlanmasındaki yağı azaltmaktan başka bir şey değildir. Dönen dişlilere karşı, zamanında sapanla taş atan bir avuç mücahidin artık kayışı koparmak üzere harekete geçtiği onurlu mücadelesi yer almıştır. 330'luk Filistin Güneşi, gayrı üşüyen bedenleri ısıtacaktır. Aşkelon'da doğan, doğduğu yerden kovulan, fakat yine onun okşadığı yetim başlar, bugün Aşkelon'a güller saçıyor. Onun canını, bir hava saldırısı aldı. Fakat verdiği o can, şimdi yüzlerce hava saldırısını hiçe saydırdı: Elhamdülillah!

Bugünlerde ise bu kan çorbasına, yağmur damlaları da karıştı. Muhakkak şehrin üzerindeki koyu kırmızıyı seyrekleştiren yağmurların da bir mesajı vardır. Mademki ortada bir destan var, öyleyse destanı yazanlardan gayrısını konuşmak fuzuli olur. İnsan, buğzetmekten az biraz fazlasını yaptığının farkında olmalı, kendisine pek söz düşmediğinin farkına varmalıdır. Fakat gönlü buğzetmeyenlere de ayrıca acımalıdır. Zira taş, suyu çekmez. Ne yağan yağmurlar ne de yetim gözyaşları, bu güruha tesir etmez.

Muhakkak ki, Nevbahar da yine o çiçek yeşerecektir. Daha kaç sonbaharda dökülürler, bilinmez. Lakin bir asırdır devam eden İslam'ın Fetret Devri artık son bulmalıdır. Duvar dipleri küf bağladı diye evi terk etmek gerekmez; paklamak kâfidir. İslam'ın Sancağı yükselirken, sancaktarlığını sadece bir grup Filistinli Mücahid Taifesi üstleniyor. Zira "ben de Allah'ın askeriyim," demek yetmiyor. Zira ben de Hizbullah’ım bağırtıları, siyah giyen adamlar tarafından sürekli kulak tırmalıyor. Müslümanlara karşı çatışması dışında bir hareketi bulunmayan siyah giyen adamlar tiyatrosu, ziyadesiyle sıkıcı olmaya başlamıştır.

Yaşanan hadiseler karşısında, Gafil'in, Habil ile Kabil'i ayırt edemeyişi, edebe dayanır. Edep ki, insanlarla hayvanı ayıran ve insanı eşref-i mahlûkat sıfatına nail kılandır. Bu edepsizliğin sebebi ise kimliksizliktir. Kimliksiz olmak, kişiyi edepten mahrum kılar. Zira bir kökü olmayan, sonbaharda dökülen o çiçeğe acımaz, üstüne alay eder. Fakat bilmez ki sonbaharda dökülen o çiçek, toprağa çakılmaz, yaslanır. Yeniden özüne, toprağa döner.

Mücahidlerin duruşu, Allah’ta mahvolmak üzeredir. Allah’ta mahvolmak, vahim değildir. Bizlere karşı görüşlerinde ise vehim barındırmazlar. Bize yaşlı gözlerle ve ekşi yüzlerle bakıyorlar. İnsan, ekşi yüzü öyle birine gösterir ki, ondan incinmiştir. Aklı olana Ubeyde'nin sözleri; gönlü olana ise bir yetimin bakışı kâfidir. Lakin sermayesi olmayana, söz tesir etmez. Heybesinde merhamet olmayanı, ne söz ne de nazar etkilemez. O Allah ki, ayetinde, "Bu Dünya'da kör olan ahirette de kördür." Buyurur. Bu zulme kör kesilmek ve üç maymunu oynamak, ne vahimdir.

Bu dünya ki, bir gölge âlemidir. Her şey maddeden ibaret, aslından beridir. Gölgeni görmek için bir ışık bir de karanlık gerekir. İşte karanlık karşında: Zulüm. Öyleyse cesaretinden ışık tut ki, gölgeni göresin. Bak bakalım, gölgen aslını mı yansıtıyor, yoksa maddeci bir taştan mı ibaretsin? Umulur ki, gölgende gözyaşı görünür ve aslında merhamet saklıdır.

Eli silahsız mücadelenin nasıl gerçekleşeceğini belirtmek ise elzemdir. Bunun için de Siyonist davasını iyi anlamak gerekir. Zira Siyonizm; politik Siyonizm, kültürel Siyonizm ve dini Siyonizm olarak farklı kollara ayrılır. Halk olarak en kuvvetli yumruk, kültürel Siyonizm’e vurulabilir. Bu yumruğu vurmak için ise evvela el çekmek gerekir. Zira ziyadesiyle bu çarkın içindeyiz. Zira kimliksizlikten dert yandığımız şey: Kişilerin, aslı dışındaki kimlikleri benimsemesidir. İnsan, Siyonist bir kimliği benimser fakat farkında dahi değildir. Kişi, kendi tarihinden ne kadar uzaksa, Siyonist değerlere o kadar yakındır. Çünkü duruş, bir terazi misalidir. Aksi mümkün değildir. Kendi kimliğini hangi ölçüde terk ederse, o ölçüde küfrün kimliğine yakınlaşır. Kültürel Siyonizm’de, kişinin entelektüel ve eğitimsel olarak güçlendirilmesi de önemlidir. Bu bağlamda Siyonizm’e daha çok mücadele verir. Nitekim günlük hayattaki özendirmelerle bu nakış, hallice işlenmektedir. Belki bugün İbranice konuşan bir Türkiye Yok. Mamafih, Türkçe konuşan bir Türkiye'de yoktur. Bir gençlik, kendi kültüründe derinleşmek yerine gündelik popülaritede kaybolmaktadır. Dolayısıyla Filistin meselesini anlamak kimlik şuurunu gerektirir. Aksi halde yaklaşık %1 oranındaki toprak satımına karşı, "toprak sattılar" algısı kolayca kabul görecektir. Üstelik yalnızca bir cümle... Kanıt ve sorgulama kabiliyeti gerektirmeyen bir cümle yeterlidir. Kimlik yoksa edepte yoktur. Edep yoksa nefis ağır basar. Nefis, duymak istediğini duyduğu için kolayca kabullenir. Çünkü hoşnut olur; kendi gündelik yaşantısını gözetir. Çünkü özenmek kolaydır, öze inmek zordur.

19. ve 20. yüzyıllarda Osmanlı üzerindeki Siyonist girişimlerin başarısız olmasıyla birlikte Siyonist hareket, İngilizlerle iş birliğini sürdürmeye odaklandılar. 1.Dünya Savaşı sırasında, İngilizlerin Filistin'i ele geçirmesi ve Osmanlı İmparatorluğu'nu mağlup etmesi, Siyonistlerin planlarını destekledi. Savaş sırasında Siyonist gruplar, İngiliz ordusuna katılarak Osmanlı'ya karşı savaştı. Bu hareket, Filistin topraklarına olan Siyonist etkisinin artmasını sağladı. Savaş sırasında birçok Yahudi, Filistin'e göç etmeye ve yerleşmeye devam etti. Bu göçler, Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıflaması ve sonrasında bölgedeki siyasi durumun değişmesiyle uyumlu bir şekilde gerçekleşti. Savaş sonrasında Siyonist liderler, Paris Barış Konferansı'na katılarak, Filistin topraklarında Yahudi bir devlet kurma talebinde bulundular. Tüm bu çabalar, uluslararası alanda Siyonist hedeflerin dikkate alınmasını sağladı.

Cumhuriyet döneminde bağımsızlık ve modernleşme üzerine odaklanılmış ve Filistin, Türk dış politikasının öncelikli gündem maddelerinden biri olmamıştır. Ayrıca tarihsel süreç ele alındığında, Siyonist hareketin Filistin'deki etkinliği, 2. Dünya Savaşı sonrasında da artmıştır. Lakin belirttiğimiz gibi Filistin Meselesi, Cumhuriyet'in öncelikli konuları arasında yer almadı ve Türk Dış Politikasını doğrudan etkilemedi. Bağımsızlığını henüz elde etmiş bir devlet için kaçınılmaz olan yeni adım, tanınmış olmaktır. Bu tanıma süreciyle, Filistin'in politikalar arasında yer almayışını, siz değerli okurların tefekkürüne bırakıyorum.

Belirttiğimiz tarihsel süreci ele alarak, bu çarka nasıl çomak sokacağımızı daha iyi hesaplayabiliriz. Zira bu çark birden karşımıza çıkmadı, dişli dişli inşa edildi. Devletler, bugün bu ekonomik hegemonya ile baş başalar. Burada ise uluslar ikiye ayrılacaklardır. Ya bu ekonomik hegemonyanın yanında olup, gücüne güç katacaklardır. Yahut da rızkın asıl sahibini, Rezzak'ı bilip, Hakk'ın safında yer alacaklardır.

Gafil'in, Habil ile Kabil'i ayırt edemeyişi, cehaleti veya menfaati sebebiyledir. Tüm bunlar karşısındaki Filistin Mücahidlerine asgari, fakat insanın şahsiyetine azami çıkar sağlayacak şey ise duruştur. Bu duruş ise karınca misali safını belli etmekle mümkündür. Allah’la meşgul olmak: Mal ve dünyaya ait her şeyi zahiren terk etmek değildir. Bilakis, mallarınızla ve canlarınızla cihad etmektir. 

Gelinen noktada ne acıdır ki, ümmetten ziyade hiçbir zaman medeni olmayan Batı'dan medet umulmuştur. Aslında medeti umanlarda gafil zümresinin cahil sınıfıdır. 1.Dünya savaşı sırasında İngiltere'nin Siyonist lider Chaim Weizmann ile yaptığı görüşmelerin ardından İngiliz Hükümeti tarafından Balfour Deklarasyonu yayımlandı. Bu deklarasyon, Filistin Toprakları üzerinde bir Yahudi vatanının kurulmasını desteklediğini ifade etti. Bu durum, Siyonizm’e yapılan Batı desteklerinden sadece biriydi. Peki ya 1. Dünya Savaşı sonrası? Cevap: Filistin Mandası. Milletler Cemiyeti tarafından İngiltere'ye verilen Filistin Mandası sürecinde Siyonist hareket ve batılı devletler arasındaki ilişki derinleşti. Gelelim 2. Dünya savaşı sonrasındaki Nazi soykırımına. Nazi Soykırımı, Batı dünyasında -özellikle ABD'de- Siyonizm’e olan destekte artışa neden oldu. Birleşmiş Milletler, 1947'de Filistin Bölgesi'ni, Yahudi ve Arap Devletler arasında iki devletli bir çözümle paylaşmaya karar verdi. Yersen... Paylaşmak: Senin olanı, başkasıyla bölüşmektir. Toprak bölüşülmez. Mamafih, gasp edilir.

1948'de sözde İsrail Devleti'nin kurulmasıyla, Siyonist hareket Batı dünyasında çok geniş bir destek buldu. Ne tesadüf ki, ABD, İsrail'i tanıyan iki ülke arasından birisi oldu. O andan itibaren İsrail'e ekonomik, stratejik ve askeri destek sağlayan önemli bir müttefik haline dönüştü. Şimdi sizlere, "Akletmez misiniz?" Ayetiyle seslenmek istiyorum. Tüm bunlar yaşayagelen bir süreç mi? Yoksa hepsi bir planın neticesi, çarkın dişlileri mi? Akılsızca değil de aklı başında olarak bütün bir süreç olduğunu savunanlar, Tahminimce Soğuk Savaş dönemini ortaya atacaklardır. Soğuk Savaş dönemindeki ABD-Sovyetler Birliği arasındaki çekişmelerde İsrail, Batı Bloğu için stratejik bir konuma sahip oldu ve ABD'nin İsrail'e sağladığı destekte yoğun olarak devam etti. Peki, bu Soğuk Savaş döneminin Batı Bloğu tarafından İsrail'e ekonomik ve stratejik olarak fayda sağlarken, Doğu Bloğu tarafından İsrail'e eleştirel tavır takınma dışında Filistin'e hangi destek verildi? Mesele eleştirel tavırsa, bu tavır, Sovyetler Birliği tarafından da ortaya konuldu. Doğu Bloğu ile Sovyetler Birliği arasındaki sağlanan destek aynı oldu. Bu süreç, bugüne bakıldığında da aynı şekilde sürmektedir. Siyonist olmayan Batılı markalar, İsrail ordusuna maddi desteğini açıkça beyan etmiştir. Genelleme yapmak belki zordur. Süreç içerisinde devlet politikaları elbette değişmiştir. Mamafih, Filistin'in yalnızlığı değişmemiştir. Süreç, çarkın döneceği şekilde ve aynı istikamette devam etmiştir.

Ticaret ve finans gibi ekonomik sektörlerde öne çıkan Siyonistler, bağış hareketleriyle Siyonist projelere destek sağlamışlardır. Bu bağışlar, özellikle Filistin'de yerleşim ve altyapı projelerini finanse etmek için kullanılmıştır. Bugüne dönün ve ekonomisi en iyi olan 10 ülkeye bakın. İsrail, bu ilk 10 ekonomi arasında yer almıyor. En iyi 10 ekonomide devasa ekonomi hacimleri göreceksiniz. Fakat bu hacimlere çok yakın oranda ise toplam borçları yer alacaktır. Peki, bu borçlar kimedir? Gerekli hükmü, siz değerli okuyucularımın tefekkürüne bırakıyorum.

Bugünkü Filistin Toprakları, Siyonistler tarafından bir plan neticesinde belirlenmiştir. Elbette bu plan yıllar içerisinde şekillenmiştir. Bir yerleşim politikası belirlemiş, özellikle Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te Yahudi yerleşimleri kurmuşlardır. Lakin bu yerleşimler, şekillenen planın sadece bir parçasıdır. Bu politika sırasında dahi Müslüman devletlerin tepkisi asgari seviyededir. Sözde Ayrım Duvarı inşa edilmiş, fakat bu duvar Filistin Devleti topraklarının büyük bir kısmını işgal etmiştir.

Görüldüğü üzere her şey ince ince dokunmuş, planlanmış ve başarılı olunmuştur. Fakat her bilenin üstünde bir bilen vardır. Şimdi tekrar kendi içimize dönelim. Bil ki, insan Allah’tan korkarsa, her şey ondan korkar; insan Allah'tan korkmazsa, her şey onu korkutur. Bu söz, Filistinli Mücahitlerde vücut bulmuştur. Ümidimiz odur ki, bu hal bizlere de tecelli eder. Aynada gördüğün kusur, aynanın değildir. Kendi hayat düzenini, bu davanın bir nefes alabilmesi için şekillendirmen dahi, o gördüğün çarkın dağılmasına sebep olacaktır. Tüm yaşananlar karşısında, İsrail tarafından servis edilen görüntülerle, Filistin Halkı için kötü konuşan Müslümanlar! Bilin ki, gıybet kalplerde olur. Kesin delil olmadığı halde bir Müslüman hakkında kötü düşünmekte gıybettir. Hamas'lı Mücahitleri böyle görmeniz, ancak kendinize yaptığınız zulümdür. Ne Hak gözünde ne de halk gözünde onların şanını küçültmeyecektir. Gerçek hürriyet, mal ve dünya sevdasından vazgeçerek, bu dünyanın zincirlerini kırmaktır. Yoksa insan, dünyanın esiridir.

İnsan için mühim olan akıl ve kalp ile görmektir. Göz ile köpek de görür. Aklınla adaleti, kalbinle merhameti göremiyorsan, bu dava da asıl vahlar senin üzerinedir. Allah, Filistinli mücahitlerin yardımcısı olsun. Selam olsun, Allah'ın davasını haykıranlara! Selam olsun, sağına ve soluna bakmadan ben varım diyenlere. Ve selam olsun, Hakikat bestesini söyleyen, Hira Dağı'nın Çocuklarına...



Ramazan Musluoglu

İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.